20 Mart 2025

BALDIRI ÇIPLAK HAYIRSEVERLER

 SOSYALİZM-101


Öncelikle, işçi sınıfı edebiyatının klasiklerinden biri olan bu romanı  siyasi ideolojilerle ilgilenen/ilgilenmeyen, sosyalizmi savunan/savunmayan, sosyalizm lehine veya aleyhine görüşleri benimsemiş olan herkesin rahatlıkla ve severek okuyabileceğini söyleyerek başlamalıyım. Ben, en sevdiği eserlerden biri Ayn Rand'ın bir kapitalizm anlatısı olarak kaleme aldığı Atlas Silkindi romanı olan biri olarak; Baldırı Çıplak Hayırseverler'i gayet objektif bir şekilde okuyup gerek hikaye anlatımı gerekse sosyalizmi hiç bilmeyen birinin dahi anlayacağı şekilde anlatan söylev tarzındaki bölümleri ile bir bütün olarak çok beğendim, ve başta söylediğim gibi ilgisi olan veya olmayan herkese gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum. 

Romanın yarı otobiyografik olmasından dolayı incelemeye yazarın hayatından çok kısaca bahsederek başlayıp ardından kitabın felsefesine ve daha sonra içeriğine doğru yumuşak bir geçiş yapalım.

Yazarın Hayatı:

Kitabın yazarı Robert Phillipe Noonan, Mary Ann Noonan ve emekli bir yargıç olan Samuel Croker'ın gayri meşru oğlu olarak 1870 yılında İrlanda'nın Dublin kentinde doğdu. On altı yaşına geldiğinde, radikal bir siyasi bilince sahip olduğunun sinyallerini verdi ve ailesini, büyük ölçüde gıyaben toprak sahibi olmaktan elde edilen aile geliriyle geçinemeyeceğini ifade ederek terk edip soyadını üvey babasının soyadı olan Zumbühl'den annesinin kızlık soyadı olan Noonan'a değiştirdi. Sonraki yıllarını Güney Afrika ve İngiltere'de sürdürdüğü yaşantısında tabelacı ve dekoratör olarak kayıtlara geçti. 

Noonan, yarı otobiyografik romanı olan Baldırı Çıplak Hayırseverler'i boş zamanlarında, kitapta ifade edilen sosyalist görüşlerin kendisini kara listeye alacağından korktuğu için, Robert "Tressell" takma adıyla yazmıştır. Tressell takma adını, ressam ve dekoratör olarak takımının önemli bir parçası olan "sehpa"ya atıfta bulunarak seçmiştir. Noonan, kitabı 1910'da tamamlamış ancak roman ölümünün ardından kızının çabalarıyla yayınlanabilmiştir.

Kitabın Felsefesi:

Roman, Noonan'ın yaşadığı güney İngiltere kıyı kasabası Hastings'den esinlenen, ancak kitapta anlatılan coğrafi konumu gerçek Hastings kasabasından oldukça uzakta bulunan kurgusal Mugsborough kasabasında geçmektedir.

Kitapta inşaat işçileri, "Mağara" adı verilen bir evdeki tadilat işinde çalışmaktadırlar. İşçilerin çalıştığı eve verilen bu Mağara isminin, yazarın Platon felsefesine ilgisi bulunmasından dolayı Platon'un "Mağara Alegorisi"ne bir gönderme olduğu düşünülür. 

Platon'un Mağara Alegorisi'nde, insanlar karanlık bir mağaraya zincirlenmişlerdir; bu insanlar oldukları yerden kalkamaz, hareket edemez, sağa sola bile bakamazlar, yalnızca tam karşılarında ne varsa onu görmektedirler. Bu insanların arkasında yanmakta olan bir ateş vardır ve ateşin önüne birtakım objeler tutularak bu objelerin gölgesinin insanların karşısındaki mağara duvarına yansıması sağlanır. Doğduklarından beri bu mağarada bulunan insanlar, gerçekliğin ne olduğunu bilmediklerinden duvarda gördükleri gölgeleri gerçekliğin ta kendisi zannetmektedirler. Bir gün içlerinden biri zincirlerini kırar ve mağaranın dışına çıkıp gerçekliğin ne olduğunu keşfeder. Böylece mağarada gördüğü gölgelerin gerçeklik olmadığını, gerçekliğin yalnızca bir taklidinden ibaret olduğunu fark eder. Bu bilgiyi arkadaşlarıyla paylaşmak için mağaraya koşar ve bu gördüklerinin birer yansıma olduğunu, gerçeklik olmadığını, asıl gerçekliğin farklı olduğunu ne kadar anlatmaya çalışsa da diğerleri mağarada gördükleri yansımalardan başka bir gerçeklik olduğuna inanmazlar. Onlara hiç bilmedikleri, doğduklarından beri bildikleri gerçekliğe aykırı düşen başka bir gerçekliğin mağaranın dışında var olduğunu anlatabilmek imkansızdır.

Platon'un Mağara Alegorisi'ndeki anlatımına benzer şekilde, Tressell'in kitabındaki önemli bir tekrar eden tema, işçilerin ne kadar kötü durumda olurlarsa olsunlar var olan sisteme alternatif bir ekonomik sistem olan sosyalizmi kabul etmeme hatta anlamama yönündeki ısrarcı tavırlarını vurgulamaktadır. Yazarın romanda da ifade ettiği gibi, bu işçiler hayatları boyunca başka bir sistemi tanımamıştır ve kendilerini politik konularda fikir ortaya atabilecek kadar yetkin görmemektedirler, kendi cehaletlerinden dolayı böyle önemli konularda kendilerinden üstün gördükleri kişilerin, yani yönetimi de ele geçirmiş olan kapitalist patronların fikirlerini kabul etme ve boyun eğme eğilimindedirler.

Kitabın İçeriği ve İnceleme:

Kitap, Mugsborough kasabasında yaşayan birtakım işçilerin, Mağara adıyla bilinen evin tadilat işinde çalışmaları ile başlar. Romanın kahramanı olan işçiler, Mr. Sweater tarafından satın alınmış olan bu evin tadilat işlerini üstlenen Rushton&Co. Şirketi için çalışmaktadırlar. Kasabada ve genel olarak ülkede işsizlik oranı o kadar yüksek, işçilerin ekonomik durumu o kadar düşük seviyededir ki; çalışma saatleri uzun, koşullar oldukça zorlu ve saatlik ücretler açlık sınırının altında olmasına rağmen işçiler birkaç hafta sürecek bu gibi inşaat işlerinde işe alınabilmek için her türlü zorluğa katlanmaktadırlar. İşçilerin dışarıda soğukta çalışırken üzerine paltolarını giymeleri veya ısınmak için odun ateşi yakmaları, yemek molalarında belirlenen saatin 1 dakika bile olsa dışına çıkmaları, çalışırken tütün içmeleri, işlerini acele etmeden düzgünce yapmaları (işi kaliteli şekilde değil en hızlı şekilde yapmaları gerekmektedir), anlaşma şartlarına uygun şekilde malzeme kullanmaları (daha azını kullanarak malzemeden çalmaları ve şirkete kâr ettirmeleri gerekmektedir), çalışırken şarkı söylemeleri ve daha birçok şey yasaklanmıştır ve kovulma sebebidir. Bu çalışma koşulları içerisinde evli/bekar, yaşlı/genç, nitelikli/niteliksiz, aydın/cahil, inançlı/inançsız, dürüst/sahtekar, sosyalist/kapitalist ve daha birçok türde işçinin durumu farklı karakterler üzerinden okuyucuya yansıtılmıştır. Henüz çocuk sayılabilecek yaşta olan ve çıraklık yapan; ağır, yorucu, zor demeden her türlü işe koşulan Bert, yaşlandığı için artık bazı işlerde zorlanan ve kapıda yüzlerce işsizin daha düşük ücrete bile razı olacak şekilde iş bulmak için sırada beklediğini bildiği için kovulmaktan korkan Linden, aslında kendisi de diğer işçilerle aynı durumda olan fakat işverene yaranabilirse daha yüksek mevkilere gelebileceğini düşünerek işveren lehine tavır takınan ve kendisi işlerden kaytaran ustabaşı Crass, diğer şirketlerle rekabet edebilmek için müşterilere en düşük fiyat tekliflerini sunmaya çalışan ve bu nedenle işçileri mümkün olan en düşük ücretlerle uzun saatler çalıştıran, malzemeden çalan Rushton, işçilere zorbalık eden ve işçilerin kendisine "Pinti", "Nemrut" gibi lakaplar taktığı genel ustabaşı Hunter, işçi arkadaşlarına her fırsatta işsizliğin ve yoksulluğun asıl sebebinin paranın ta kendisi olduğunu ve sistemi değiştirmek için topluca harekete geçmeleri gerektiğini anlatmaya çalışan sosyalist Owen ve daha birçok farklı karakter üzerinden dönemin şartları ve zihniyeti anlatılmıştır.

İşçiler kendilerini soğuktan korumayan yırtık paltoları, delik deşik ayakkabıları, defalarca kez onarılmış, yamalanmış kıyafetleri ile yağmur çamur demeden çalışmaktadırlar. Evlerinde aileleri ile birlikte akşam yemeği niyetine yalnızca çay içer, tereyağı bile alamadıkları için üzerine margarin sürülmüş ekmek yerler. Eşleri ve çocukları yetersiz beslenme, sağlık hizmetlerine ulaşamama, ısınamama gibi nedenlerden dolayı sürekli hastadır. Ertesi güne sağ çıkabilmek için yaşam mücadelesi vermek dışında hayatlarında hiçbir eğlence, hobi, kültürel veya sanatsal etkinlik bulunmamaktadır. Çoğunun eşleri başka bir sömürü düzeni olan tekstil işinde çalışmaktadır. Bu işte, zenginlere satılmak üzere en iyi kumaş ve malzemelerden kıyafetleri uzun saatler çalışarak dikerken, o kadar az para kazanırlar ki kendilerine en kötü kalitedeki ikinci el ve onarılamayacak kadar kötü durumdaki kıyafetleri güçlükle alabilirler. Bazı bekar kızlar zengin hanımların evinde hizmetçilik yapmakta, çalıştığı evin rutubetli bodrumunda kalmakta ve bazen bu iyi kalpli zengin hanımlar evlerinde artan ekmekleri, kekleri veya eskiyen kıyafetlerini hizmetçilerine vermektedir.  

Kilisenin de kapitalist patronlardan farkı yoktur. Zaten gerek belediye encümeni, gerek kilise ve çeşitli derneklerle dini sömürenler, gerekse kapitalist şirket sahipleri aynı kişilerdir. Aynı anda kasabayı yönetmede, dini kullanarak insanların vicdanını harekete geçirmede ve işçileri çalıştırmada kendi ihtiyaçları neyse ona göre politikalar izleyerek çarklarını döndürmektedirler. Owen, bir akşam eve giderken yolda bulduğu zavallı yavru kediye kıyamaz ve acıyıp onu ceketinin içine sokarak eve götürmeye karar verir, ve bunun üzerine kimseye zararı dokunmamış bu çaresiz yaratığın neden sefalete mahkum edildiğini, Tanrı'nın kendi yarattıklarından haberi olup olmadığını, haberi varsa bu acıların yaşanmasına neden göz yumduğunu, demek ki Tanrı'nın iyi ve şefkatli olmadığını düşünerek Tanrı'nın var olup olmadığını sorgular. Zaten kasabadaki din sömürücüleri İsa'nın öğretilerinden hiçbirine uymamakta, sürekli dualar okuyup ilahiler söylemekte ancak yerine getirmeleri gereken emir ve öğretileri kendi üzerine alınmamakta ve keyiflerine göre değiştirmektedirler; bu durum Owen gibi bilinçli insanların dini sorgulamasına neden olmaktadır. 

Owen arkadaşlarına bu sistemin kölelikten bile daha beter olduğunu anlatmaya çalışır. Özgür insanlar olmak yerine birer köle olsalar durumları çok daha iyi olacaktır. Örneğin içlerinden biri hastalansa ya da ölse, bu durum patronlarının hiç umurunda olmayacaktır, çünkü sokaklar herhangi bir iş bulabilmek için hevesle bekleyen onlarca aç işsizle doludur; ama eğer köle olsalardı patronları onların sağlık durumları ile ilgilenir, hastalanmayacaklarına veya ölmeyeceklerine emin olurdu, çünkü eğer kölelerinden biri ölürse veya çalışamayacak duruma gelirse onun yerine başka bir köle alması gerekecektir. 

Owen, işçilerin karın tokluğuna (hatta çoğunlukla karınları bile doymadan) sadece yaşamak için ömür boyu çalışarak, herkese yetecek olandan kat kat fazla üretim yaptıklarını, ancak para kazanamadıkları için bu üretimden faydalanamayıp aç, çıplak, evsiz, sağlıksız kaldıklarını, bu şekilde yalnızca kendilerinin kol gücüyle değil akılları ile çalıştıklarını iddia eden ama aslında yan gelip yatmaktan başka bir şey yapmayan kapitalist patronlara kâr elde ettirdiklerini, esas yoksulluğun ve işsizliğin sebebinin bu sistem olduğunu, farkındalık kazanarak ve var olan sisteme karşı çıkarak; üretim araçlarının devlet elinde olduğu, herkesin ihtiyaçlarının karşılanabildiği, çalışma saatlerinin kısa, ücretlerin eşit olduğu sosyalist bir toplum düzenine geçilmesi için bir devrim yapılması gerektiğini savunur. Owen bu düşüncelerini yemek molalarında işçi arkadaşlarına sıklıkla anlatmaya çalışsa da cahilliklerinden dolayı var olan sistemden başkasını düşünemeyen ve kabullenemeyen işçiler onunla dalga geçerler, ona Profesör Owen şeklinde lakap takarlar. Owen gerek uzun uzun anlatarak, gerek duvara şemalar çizerek, gerekse arkadaşlarına basitçe ham madde olarak ekmek dilimleri ve makine olarak bıçaklar kullanarak kapitalizmin bir maketini düzenlediği "The Great Money Trick" (Büyük Para Dalaveresi)'ni anlatır. Bu makette iş arkadaşlarını ekmeği kesmeleri için istihdam eder ve kendisi de bizzat çalışmayan işvereni canlandırıp kendisi için kişisel zenginlik yaratırken, işçilerin başlangıçtakinden daha iyi durumda olmadıklarını, çalıştıkları için ücret alıp yiyecek ve diğer ihtiyaçları karşılığında ücreti geri vererek sürekli olarak paraları ileri geri takas ettiklerini, ancak kazandıkları paranın ihtiyaçlarına dahi yetmeden işverene yani sistemin kendisine sürekli geri döndüğünü ve yalnızca işverenleri zenginleştirdiğini gösterir. Bu, Tressell'ın kapitalist sistemde emek tarafından üretilen Marksist artı değer teorisini göstermenin pratik yoludur. Ancak işçiler gerçeği hiçbir zaman anlamazlar, patronlarının fakirleşmesinden ve dolayısıyla iş bulamamaktan korkarlar, kendi durumlarının daha kötüye gidebileceğini sanırlar, oysa var olabilecek en kötü durumda bulunduklarının farkına varmazlar. 

Owen'ın arkadaşlarına verdiği söylevlerden birinde şartların ve sistemin kötülüğüne dikkat çektiği, "Eğer kanuna karşı gelmiş olsaydın ve gelecek hafta on yıllık hapis cezasına çarptırılsaydın, kaderinin ne kadar kötü olduğunu düşünürdün. Gelgelelim şu öteki cezayı, yani otuz yıl boyunca köpek gibi çalıştıktan sonra vaktinden önce ölmeyi, görünüşe göre seve seve kabulleniyorsun." cümlesi, sistem yanlısı işçilerin bakış açısına dair oldukça çarpıcı bir örnektir.

Owen gibi bilinçli işçilerden biri olan Barrington, işçi arkadaşlarının eğlenmek için kendisine kürsü kurmaları ve sosyalizmi anlatmasını istemeleri üzerine, Atlas Silkindi'de John Galt'in tüm hoparlör ve radyoları ele geçirerek kendi devrimini anlattığı sahneye benzer şekilde, kürsüye çıkıp diğer işçi arkadaşlarına hitap ederek var olan sistemin nasıl yıkılacağını, sosyalizmin nasıl adım adım kurulacağını, yeni sistemdeki çalışma şartlarını, eşitliği ve işçilerin sorduğu her soruya cevap veren detayları ile sosyalist toplum idealini anlatır. Ancak idealist Barrington, son bölümlere doğru karşılaştığı yaralı yüzlü adam ile yaptığı konuşmada duydukları ile sarsılacaktır. 

Sistemin en çarpıcı etkilerinden biri ise, eğer emeğe patronluk etme görevine işçilerden herhangi biri getirilecek olsa, onun da işçilerine tıpkı diğer patronlar gibi davranmasının kuvvetle muhtemel olmasıdır. Çünkü bu sistemin içerisinde yer alan insanlar ya başkalarını ezecek ya da kendileri ezilmeye mahkum olacaktır.

Açıkça politik bir eser olan roman, yaygın olarak işçi sınıfı edebiyatının bir klasiği olarak kabul edilir. George Orwell, romanı, "herkesin okuması gereken bir kitap" olarak tanımlamıştır.

En başta da belirttiğim gibi, bu kitap; altyapısı olmayan, herhangi bir fikri veya bilgisi olmayan herkes tarafından rahatlıkla okunabilir ve anlaşılabilir. Yazım dili oldukça basit ve anlaşılır olan bu kitap, yalnızca roman okumak isteyen ve sosyalizm veya herhangi bir siyasal ideoloji ile ilgili bilgi edinmek istemeyen kişiler tarafından da sırf olay örgüsü ve karakterler için keyifle okunabilecek akıcı ve sürükleyici bir roman. 

Son olarak; bu kitaba GoodReads'de 5 yıldız verdiğimi belirterek, ve kitabı herkese tavsiye ederek, şimdiden keyifli okumalar diliyorum.

07 Şubat 2025

INTERMEZZO

 Çağımızın karmaşık insan ilişkilerine iki kardeşin ruh dünyalarından samimi bir bakış;




    2024'ün son aylarında çok konuşulan bu kitabı ancak 2025'in ikinci ayında okumaya fırsat bulabilmiş oldukça kaygılı bir okur olarak, henüz okumaya fırsat bulamamış veya okuyup da kitap hakkında yazılıp çizilmiş bir şeyler daha olsa da onları da okusam diyen okuyucular için içimden geldiğince bir inceleme yazmak istedim. 

    Kitabın yazarı Sally Rooney; yüksek olasılıkla 2018 yılında yayımlanan Normal İnsanlar romanı ile adını duymuş olabileceğiniz, milenyum sonrası çağdaş edebiyatın önde gelen isimlerinden biri olarak kabul edilen ve ağırlıkla insan ilişkileri, kimlik, aşk ve toplumsal sınıf temalarını işleyerek geniş bir okuyucu kitlesine sahip olan İrlandalı genç bir kadın yazardır. 

    Peki, kitaba adını veren Intermezzo ne demek? Bir tiyatro oyununun veya operanın perdeleri arasında dekor değişmesine ve oyuncuların hazırlanmasına fırsat vermek için sunulan müzikli kısa oyunlardır.

Satrançtaki terim anlamına göre ise Intermezzo; (Türkçe: ara hamle), bir oyuncunun, beklenen hareketin (genellikle taş değişimindeki geri alma hamlesi) yerine ilk önce rakibin cevap vermesi gereken anlık bir tehdit oluşturması ve sonrasında beklenen hamleyi oynaması mantığındaki bir satranç taktiğidir. 

    Romanda da Peter ve Ivan, her seferinde aslında kendi hayatlarında çözüme kavuşturmaları gereken sorunları ve kendi iç dünyalarında çatışmaları bulunmasına rağmen, kendi hayatlarına ilişkin yapmaları gereken asıl hamleyi yapmadan önce birbirlerine beklenmedik fevri eylemlerde bulunuyorlar. Her okuyanın farklı yorumlayabileceği bu isim-içerik ilişkisi benim içimden böyle geçti.

    Kelimenin satranç oyunu bağlamındaki anlamı ve romanda Ivan'ın bir satranç dehası olması nedeniyle satranç oyunun büyük bir yer kapladığı düşünüldüğünde, hikayesine dahil olduğumuz tüm karakterlere yer veren şu kapak tasarımının çok daha başarılı ve etkileyici olduğu kanısındayım:


    Romanın Can Yayınları'nın sitesinde bulunan tanıtım yazısı şu şekilde:

        "30'lu yaşlarındaki beyaz yaka avukat Peter gençlik aşkı Sylvia'yı sever ama onunla birlikte olması sağlık nedenlerinden ötürü mümkün değildir. O da teselliyi kendini uyuşturmakta ve üniversite öğrencisi Naomi'yle yaşadığı yüzeysel ilişkide arar. Kardeşi Ivan ise 22 yaşındadır ve sosyal açıdan beceriksiz, uyumsuz biridir. Profesyonel satranç oyuncusu olan Ivan, satranç için gittiği bir şehirde sıkıntılı bir geçmişi geride bırakmaya çalışan Margaret'le tanışır ve hayatları iç içe geçer. Birbirine hiç benzemeyen iki erkek kardeşin arzu, çaresizlik ve olasılıklarla dolu yeni bir ara faslın eşiğindeyken gerçek sevgiyi ve hayatta anlam arayışını konu alan İntermezzo son yılların çok satan fenomen yazarı Sally Rooney’nin son başyapıtı.

Başka insanların talepleri bitmez, yalnızca çoğalır.

Hep daha karmaşık, daha zordur.

Bu da, diye düşünüyor, daha çok hayat, hayatın hep daha fazlası demenin bir başka yolu."

    Açıkçası ne Peter, ne de Ivan normal şartlarda sevebileceğim karakterde kişiler. Başlangıçta karakterlerin hemen hepsi rahatsız edici olsa da, gittikçe onları tanıyıp kişiliklerine alışmaya, ilerleyen bölümlerde ise hikayenin bağlamına adapte olup karakterler ile aynı dünyada yaşadığımızı hissetmeye başlıyoruz. Başta gözümüze eğreti görünen durumlar, bizi irite eden olaylar; karakterlerin iç dünyasını özümseyip hisleri ile empati kurabilmeye başlayınca normalleşiyor ve anlaşılabilir geliyor. 

    Ivan Margaret'le tanıştığı gün, Margaret oldukça hoş, alımlı, ilgi çeken bir kadın olarak tasvir ediliyor. Ancak ilerleyen süreçte gerek Margaret'in sürekli yaş vurgusu yapması ve bu konudaki huzursuzluğu, gerek Peter'ın Ivan'a verdiği tepki, bize ilk betimlemeleri unutturup Margaret'i orta yaşlı ve bakımsız biri gibi hatırlamamıza ve Ivan ile arasında uçurumlar bulunduğunu düşünmemize neden oluyor. Son bölümde Peter ile Margaret tanıştığı zaman Peter'ın Margaret hakkındaki düşünceleri ile yeniden ilk bölümlerdeki Margaret betimlemesini hatırlıyor ve onu olduğu çekici ve güzel haliyle hayal edebiliyoruz.

    Peter'ın Sylvia ve Naomi ile aralarında mutabakat sağlanmamışken; kızların ikisi de birbirlerinden haberdar olmasına rağmen birbirleri hakkındaki sorularında veya Peter kendi yanlarında olmadığında rahatsızlıkları açıkça belli oluyor. Son kısımda ise Sylvia Peter'a bu durumu çözüme kavuşturacak teklifi yaptığında, okur olarak bu durumu eğreti görmüyoruz, hatta rahat bir nefes alıyoruz; zira buraya kadarki süreçte Peter'ın iki kadına karşı hislerini de içselleştirmiş olduğumuz için, bizim de gönlümüz yalnızca birinden yana olamıyor. Peter için Naomi baskınlığı tadıp kendisini güçlü hissettiği, ihtiyaç duyulan, istenen, arzulanan olduğu, büyük olduğu, kanun koyucu olduğu yer iken; Sylvia ise huzur bulduğu, entelektüel anlamda dengi olarak bu bakımdan doyurulduğu, aile olma gibi daha sıcak, daha manevi hislerini tatmin ettiği yerdi. Bu yüzden ne Peter için, ne de Peter'in iç dünyasına hakim olan bizler için, ikisinden birini seçmek mümkün değil. 

    Hayatlarının bundan sonraki evresi anlatılmamışsa da, son birkaç sayfanın verdiği hissiyattan, Peter, Sylvia, Naomi, Ivan ve Margaret'i; ortasında kocaman bir doldurulmuş hindi bulunan, eski ve büyük ahşap mobilyalarla döşenmiş geniş bir salon masasının etrafında neşeyle sohbet edererek Noel'i kutlarken tasvir edebiliyor, ve içimizde sıcak bir mutlulukla kitabın kapağını kapatabiliyoruz.

  Kitabın dil ve anlatımından bahsedecek olursak; tek bir ana karakter ekseninde kalmaması, iki kardeşin de bakış açısını, hatta zaman zaman Margaret'in de bakış açısını yansıtan bölümlerden oluşması farklı bir okuma deneyimi sunuyor. 

    Ancak kitabın yazım dilinden rahatsız olduğumu itiraf etmeliyim. Şimdiki zaman kipiyle yazılmış cümleler, okumaya başladığım ilk andan itibaren bende bir olmamışlık hissiyatı yarattı. Ayrıca, uzun betimlemeler ve psikolojik/sosyolojik araştırmalar ile desteklenerek yapılan derinlikli tahliller ile dolu klasik romanları okumaya alışmış birini tatmin edecek bir anlatıma da sahip olmadığını söylemek gerekir.

    Yine de, çağdaş edebiyatta okunmaya değer bir eser olduğunu düşünüyorum.


BALDIRI ÇIPLAK HAYIRSEVERLER

 SOSYALİZM-101 Öncelikle, işçi sınıfı edebiyatının klasiklerinden biri olan bu romanı  siyasi ideolojilerle ilgilenen/ilgilenmeyen, sosyaliz...